MÜRŞİd ziyareti ve edepleri



Download 132 Kb.
Sana19.05.2017
Hajmi132 Kb.
#9275

MÜRŞİD ZİYARETİ VE EDEPLERİ




MÜRŞİD ZİYARETİ VE EDEPLERİ
Kâmil mürşide gitmenin asıl hedefi, kâmil insan olmaktır. Kâmil olmak zordur. Onun için ilk işimiz kâmil ve salih insanlarla beraber bulunmaktır. Allahu Teâlâ ayetinde:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadık kullarımla beraber olun!” 1 emrini vermiştir. Demek ki Allah’tan korkmanın en güzel yolu Allahu Teâlâ’nın sadık ve salih dostları ile beraber olmaktır. 2 Zahirdeki bu sevgi ve beraberlik sonuçta insanı:
“Kişi sevdiği ile beraberdir.”3 hadisinin müjdesine ulaştırır.
Dünyada Allah dostlarını seven, hayatının sonuna kadar peşlerinden giden kimse -inşaallah- ahirette de onlarla beraber olur. Efendimiz’in (s.a.v) şu müjdesini duyup da sevinmemek elde değil:
“Bir kimse sevdiği bir topluluğun amelini yapmamış olsa bile kıyamet günü onlarla birlikte mahşer yerine getirilir ve beraberce hesaba çekilir.”4
Velilerden Ebu Bekir Tilmisani (k.s) demiştir ki:
“Allah’la sohbet ediniz. Eğer buna güç yetiremezseniz, Allah’la sohbet eden ariflerle beraber bulununuz ki, onların bereketi sizi Allah’la beraber olmaya ulaştırsın.“ 5
Mürşid-i kâmile gitmenin ve ziyaret etmenin en önemli faydası, onun nazarları altına girmek, kendisiyle aynı meclisi paylaşmak, feyiz ve edebinden nasiplenmek, üzerindeki ilahi nur, heybet ve huşuya bakıp Allahu Teâlâ’yı hatırlamak ve zikretmektir.
Rabbü’lalemin, velileri nurunu yansıtan birer ayna yapmıştır. Güneş nasıl dış dünyamızı aydınlatan, ısıtan, meyveleri tatlandıran ve olgunlaştıran bir sebep yapılmışsa, veliler de gönül dünyamız için manevi nur, feyiz, şuur, tat ve hayat sebebi yapılmıştır. 6
Niyet hayır olunca akıbet de hayır olur:
Bir mürşidi ziyarete giderken niyeti Allah için yapmalıdır. Ondan bereketlenme arzusuyla yola çıkmalıdır. Aklı iyi şeyleri almak için kullanmalı, nefsi devre dışı bırakıp edep, korku ve ümit içinde Allah rızası aranmalıdır. Bir mürşide biat etmek dünya işlerini değil, kalbi ihya etmek için olmalıdır.
İmam Şa'rânî (k.s) şöyle demiştir:
Efendim Muhammed Şinâvi'yi (k.s) şöyle derken işittim:
"Allah Teâlâ'nın bana ihsan ettiği nimetlerden birisi de şudur: Ben bir kâmil mürşidi ziyarete gittiğimde, muhakkak akıl terazimi kırıp bir kenara atar, nefsimi de onun ayakları altına sererim. Bu şekilde her gidişimde ilâhi yardım ve fayda ile geri dönmüşümdür." 7
Ehlullah hakkında, İmam Rabbanî'nin (k.s) şu şahitliğine kulak verelim:
"Allah dostlarını sevmek, Allah'ın en büyük nimetlerinden birisidir. Cenabı Hak'tan, bu sevgide istikamet istenmelidir. Bu büyüklere bağlılık sebebiyle elde edilen az bir şey, aslında çok kabul edilmelidir. Zira o, az değildir." 8
Niyeti Allah olanın yardımcısı Allah'tır.
Kalıbı Kâbe'de kalbi başka yerde olan kimse, Kabe'nin kokusunu alamaz. Mânevî tat bulamaz.
Allah Teâlâ herkese kalbinde sakladığı niyete göre muamele eder. 9

Ehlullah'ın Gönül Kabesini Ziyaret Etmek
Eşref-i Rûmî (k.s) (874/1470), bu konuda şu güzel açıklamaları yapar:
"Allah dostu velilerin gönülleri de birer Kâbe'dir. Mekke-i Mükerreme'de bulunan Kâbe'ye, 'Kâbe-i Halîlî' derler. Gönül kâbesine de, 'Kâbe-i Celili’ derler. Mekke'deki Kâbe'yi Halil İbrahim aleyhisselâm taş ve toprakla bina etmiştir.
Gönül kâbesini (kalb-i selimi) ise Aziz ve Celil olan Allah, azamet nurları ve edep süsleri ile yaratmıştır. Mekke'deki Kâbe'yi Allah için ziyaret edenin vücudu ateşten kurtulur.
Velilerin gönülleri olan kalbi kâmil insanı, Allah için ziyaret edenlerin ise hem canları, hem vücutları ateşten kurtulur. Kaldı ki Yüce Dosta ulaşmak da buradan geçer. Onun için Mevlana Celaleddin-i Rûmî (k.s) şöyle der:
"Siz, ey hacca giden kavim! Nerdesiniz, nerede? Maşukunuz burada. Geliniz, hep bu yana geliniz!.."
Şeyh Safi (k.s) bu beyti şöyle açıklar:
"Beytullah yeryüzünde ikidir. Birisi Mekke-i Mükerreme'deki Beytullah'tır. Halk onu kendisine (hac) farz oldukça ziyaret eder. Diğeri de ehlullahın gönül kâbesidir. Yukarıdaki beyitte geçen hitap, o kâbenin talipleri için söylenmiştir. Burada anlatılmak istenen şudur:
Mekke'deki Kâbe’yi ziyaret eden kimse İslâm'ın bir farzını yerine getirmiş olur. Ariflerin gönül kâbesini ziyaret eden kimse ise gerçek marifete erer, yüce Rabbini tanır. Yani Mevlana (k.s) şunu diyor:
"Ey Allah'ı tanımak ve bilmek (marifetullah) isteyenler! Hakkı arayanlar! Gönül kâbesine gelin ve onu bu kâbeden talep edin." 10
İmam Rabbanî (k.s) şöyle demiştir:
"Kâbe, mânen bu ümmetin evliyâsını ziyaret eder. Onların nurlarından bereket isteğinde bulunur." 11 12
Fakirlerin ve Miskinlerin Hacc-ı Ekber’i
Gavs-ı Bilvânisî hazretleri buyurdu:
"Evliyayı ziyaret etmek, fakirler ve miskinler için hacc-ı ekberdir!" 13
Velilerden Yansıyan Nur Ve Feyiz
Resûlullah (s.a.v) Efendimize: “Ey Allah’ın Resûlü! Allah’ın velileri kimlerdir?” diye sorulduğunda şu cevabı verdiler:
“Allah’ın velileri görüldüklerinde yüce Allah’ı hatırlatan kimselerdir.” 14
Arifler demişlerdir ki: Bir kimsenin veli olduğunun en büyük alameti, yüzünü görenlerin, meclisine ve sohbetine girenlerin Yüce Allah’ı zikretmesi, kalbinin dünyadan soğuması, ahirete yönelip ibadete ısınmasıdır.15
Kâmil mürşidler, kalbi fani sevgi ve sevgililerden çözüp, ebedi sevgiliye Yüce Mevla’ya bağlarlar. Yeter ki mürid, kalbini onların önüne bırakıp teslim etsin.
Büyük veli Hakim et-Tirmizi (k.s), irşadla görevli bir veliyi görmenin kazancını şöyle ifade ediyor:
“Kâmil insanın yüzünde parlayan Allah’ın nuru, Hakkı arayan kimseye Allah’ın yüceliğini hatırlatır. Böyle bir nuru görmek insanı kötü ve çirkin işlerden alıkoyar.” 16
İmam Sühreverdi (k.s), velilerdeki nazarın kalbe nasıl ilaç olduğunu şöyle anlatmıştır:
“Salih ve sadık kimselerle her buluşmada müridin edep ve takvası artar. Ehlullahın sözleri gibi, nurlu nazarları da fayda verir. “Nazarı sana fayda vermeyenin, sözü de fayda sağlamaz.” denmiştir. Yani, bir kâmil mürşid müridlerine diliyle anlattığından daha çok, hâli, edebi ve heybetiyle konuşur. Sadık bir mürid, mürşidinin sükûtuna, konuşmasına, halkın içindeki hâline, yalnızlıktaki edebine yani bütün hâl ve hareketlerine bakarak istifade eder. İşte bu, kâmil bir insanı görmenin kazancıdır.
Hiç şüphesiz, ilimde yüksek seviyeye ulaşmış, fazilet ve takva sahibi Allah dostlarının nazarları, kalbin manevi hastalıkları için en faydalı ilaçtır. Bir kâmil mürşid, sadık bir müride nazar ettiğinde müridin kalbi yumuşar, içine nur akar ve Allahu Teâlâ’nın özel ikramlarını almaya kabiliyet kazanır.
Allahu Teâlâ bazı sevdiği kullarına öyle bir nurani nazar gücü vermiştir ki o, sadık bir müridine yöneldiği ve nazar ettiği zaman ona pek çok manevî hâller kazandırır.17
Gavs-ı Sânî Hz.leri, kâmil mürşidlerin nazarının etkisini şu misalle anlatmıştır:
“Sâdât-ı Kiram’ın nazarı kaplumbağa nazarı gibidir. Kaplumbağa yumurtasını yapar, biraz geri çekilir, yumurtaya bir müddet nazar eder. Sonra onu kuma veya toprağa gömüp gider. Onun bu bakışı yumurtayı olgunlaştırmaya yeter ve belli bir müddet sonra yavru meydana gelir. Sâdât-ı Kiram’ın nazarı da kalbi olgunlaştırır. Allah dostlarının nazarı ilahî bir nurdur. Bu nur kalbin ilacı olur. Allahu Teâlâ kudsî bir hadiste dostlarına verdiği bu nur hakkında şöyle buyurmuştur:
“Ben kulumu sevdim mi onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. O benimle görür, benimle işitir, benimle tutar, benimle yürür. Benden herhangi bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa muhakkak onu himâye ederim.”18 İşte, Sâdât-ı Kiram bu yüce devlete ermiştir. Allahu Teâlâ onlara bu yetkiyi vermiştir.”19

Mürşid-i Kamil ile Aynı Mecliste Bulunmak
Sohbet, birisiyle beraber olmak, onunla aynı meclisi, aynı atmosferi, aynı hâli ve yolu paylaşmak demektir.
Bu beraberlik cisimle ve gönülle olursa, hakiki sohbet olur.
Sahabe-i Kiram (r.anhüm), Allah Resûlü (s.a.v) ile sohbet ve beraberlikleri ile bu fazileti ele geçirmişler, kendilerinden sonra gelen en büyük alim ve arifleri fazilette geçmişlerdir. Onlar bu fazileti çok amelleri ve yüksek ilimleri ile değil, âlemlere rahmet olan Yüce Peygamberimizin (s.a.v) saadetli sohbet ve nazarlarıyla şereflenerek elde etmişlerdir. Kendilerinde sonra gelenler, ne kadar salih amel yapsalar, ilim elde etseler, onların elde ettiği bu fazileti ele geçiremezler.
Manevi nazar böyledir. Hz. Resûlullah (s.a.v) Efendimizin ilim ve manevi hallerine varis olan kâmil mürşidler, rabbani âlimler ve arifler de, Efendimizin (s.a.v) kalplere nazar etme, feyiz akıtma, onları sevgi ile olgunlaştırma, uyandırma sıfatına derece derece varis olmuşlardır. İşte bu nuru taşıyan zatlar ile aynı meclisi paylaşan, onların sohbet halkasına ve feyiz dairesine girenler de, amelle elde edilemeyen nice feyze, şuura, nura, sevgiye ve kalp uyanıklığına ulaşırlar. Sadatların terbiyesi ve feyiz vermesi daha çok nazarla olmaktadır. Bunun binlerce örneği vardır. Onlar hiç konuşmadan, doğrudan kalbe yönelerek ve oraya ilahi feyiz akıtarak insanları tövbeye sevk etmişler, Allah yoluna ısındırmışlar, kötü sıfatlarını değiştirmişler ve onlara pek çok güzel haller kazandırmışlardır.
Bu yolun büyükleri:

“Kâmil müminin ferasetinden sakının; şüphesiz o,Yüce Allah’ın nuru ile bakar.” 20 Hadis-i şerifiyle övülen kimselerdir.


Lokman (a.s) oğluna demiştir ki:

“Oğlum! Âlimlerle beraber otur, onların meclisinden ayrılma. Şüphesiz Allah, gökten indirdiği yağmurla kuru toprağı canlandırdığı gibi, nur ve hikmetle de ölü kalpleri diriltir.” 21


Resûlullah (a.s) buyurmuştur ki:

“Sizin hayırlılarınız, görülmeleri size Allah’ı hatırlatan, sözleri ilminizi çoğaltan, ameli ahirete rağbetinizi artıran kimselerdir.” 22


Mürşidin nazarı müride güzel hâller ve edep kazandırır. Bu nazarın müridin kalbindeki hastalığa göre bir etkisi olur. Müridin kalbini ya Allah korkusu veya ilahi muhabbet ile doldurur. Bazen de nazar cezbe hâlinde ortaya çıkar. 23

Adıyaman’da ki Allah Dostu
Dr. Ahmet, Yar ile Şimdi isimli kitabında şunları anlatıyor:
Yozgat'tan bir adamcağız Menzil'e gelmiş. Baktım hane-i saadetin kapısı önünde bekliyor.
- Nerelisin, diye sordum.

- Yozgatlıyım, dedi.


Hemşerimiz, yakınımız.
- Niye geldin, dedim.

- Sorma efendi, dedi. Bir oğlum vardı, iyi bir müslüman olsun, diye imam-Hatip Lisesi'ne gönderdim. Fakat oğlan mektebi de bitirdi, namaz kılmıyor. Ben deli olacağım. Çocuğa yalvardım, yakardım. Hiç yakışmıyor sana. Sen imam Hatip Lisesi'ni bitirdin. Orayı bitirip de insan namaz kılmaz mı? Ben seni oraya, dini, Allah'ı, Peygamber'i iyi öğrenesin diye gönderdim. Sen namaz bile kılmıyorsun. Nasıl olacak böyle, dedim. Olmadı bir türlü, dedi.


Sonra şöyle devam etti:
- Bir gün baktım, bu oğlan namaz kılıyor, şaşırdım, garibime gitti.

- Oğlum sen namaza mı başladın, diye sordum.

- Baba ben Adıyaman'a gittim, dedi.

- Ne var Adıyaman'da, dedim.

- Orada bir hoca var, onu ziyaret ettim, dedi.

- Ne yaptı o hoca sana? İmam Hatip'te de o kadar hocan vardı. Hiçbiri bir şey yapamadı da bu hoca mı seni namaza başlattı?

- Adıyaman'daki hoca bir şey yapmadı. Yalnız elini tutup Allah'a tövbe ettim, dedi.

- İşte böyle, sonra da namaza başlamak geldi içimden.



- Allah Allah dedim ya, bu nasıl iştir? Ben de göreyim şu hocayı, nasıl bir kimseymiş? Çoluk çocuk evde ne kadar insan varsa hepsini aldım, geldim buraya. Şimdi onlar da buradalar. Hanımlara haber göndereceğim de onun için burada bekliyorum. İzin istedik, geri dönüyoruz şimdi... Elhamdülillâh biz de tövbe ettik, geldik, gördük. Hamdolsun bugünlere, dedi. 24
Mürşidden Alınacak Güzellikler
Kâmil mürşidlerin sadece duasını almak için değil, onlarda bulunan güzel ahlakı almak için yanlarına gitmelidir. Hak yolcusu mürşidinde gördüğü edeb, zikir, taat, tevazu, hürmet, nezaket, insan sevgisi, sabır, kusurları örtmek ve affetmek, yumuşaklık, ikram ve hizmet ahlakından az da olsa almalıdır. Susuz bir kimsenin tatlı bir su kenarına varıp hiç su almadan geri dönmesi ne kadar acıdır.
Veli, kendisini öveni değil, izinden gideni sever. Kendisine verilmiş olan ilahi nur ve edebin herkes tarafından paylaşılmasını ister. Allah dostları talebelerinden hediye değil, Allah’tan hayâ ve O’na dostluk yapmalarını bekler.
Evliyanın ahlakından bir pay sahibi olmadan onların gerçek tadını alamayız. Mesleğimiz ne olursa olsun, makam olarak hangi hâlde olursak olalım, onlara kalbimizi açmalıyız. Bu büyük velilerle beraber olan kimseye onlardan muhakkak bir güzel hâl bulaşır. Bu güzel hâller, sevgi ve samimiyete göre değişir. Onlarla bulunmaya sabreden kimse, kesinlikle bunun bereketini görür. Bunun için samimiyet, sabır ve mürşidin sohbetine devam gerekir. Bu konuda Resûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Salih insanlarla beraber bulunan kimse güzel koku satanla beraber olan kimseye benzer. Güzel koku satan kimse kokusundan ona ikram eder. O hiç bir koku almasa bile, onun yanında durduğu sürece ondaki güzel kokuyu teneffüs eder ve koku üzerine siner. Kötülerle bulunmak da körükçü dükkanında oturmak gibidir. Orada bulunan kimse elini hiç kömüre bulaştırmasa bile, oradaki pis havadan bir parça üzerine siner.”25
Bu, ilahi bir kanundur, hep böyle cereyan edegelmiştir.
Önceki insanlar, kendilerine edep öğretecek ve kalplerini Allah’a çevirecek bir mürşid bulmak için memleket memleket dolaşırlardı. Kalblerinin ilacını bulana kadar manevi doktor ararlardı. Ehlini bulunca da, Allah’a şükreder, sadakatla onun sohbetine girer, elinden tutar, emir ve tavsiyelerine uygun hareket ederlerdi. 26

Mürşidle Çıkılan Manevî Hicret
Mürşid terbiyesi tövbe ile başlar. Tövbe kalple Allah’a dönmek ve manevi bir hicret yapmaktır. Bu hicret isyandan itaate, gafletten zikre, cehâletten ilme, kötü ahlaktan edebe doğru yapılan manevi bir hicrettir. Bu konuda Rasulullah Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki:
“Gerçek muhacir, Allah’ın nehyettiği kötü şeylerden uzaklaşan kimsedir.” 27
“Asıl mücahit, Allah’a itaat hususunda nefsi ile cihad eden kimsedir.” 28
Rasulullah (a.s) Efendimiz, Uhud harbi dönüşünde, etrafındakilere:
”Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.” buyurdu. Ashab: “Ey Allah’ın Resûlü, büyük cihad nedir?” diye sorunca, şu cevabı verdiler:
“En büyük cihad, (Allah’ın emirlerini yerine getirmesi için) nefisle yapılan mücahededir.” 29 buyurdu.
Efendimiz (s.a.v), insanın en azılı düşmanını şöyle tanıtmışlardır: “Senin en azılı düşmanın, iki kaburga kemiğinin arasında devamlı seninle beraber bulunan nefsindir.”30 Tasavvuf yolu ve kâmil mürşid terbiyesi, kalbin manevi kirlerden temizlenip Allah’a bağlanması, nefsin terbiye edilip sevgi ve edeple ilahi emirlere uyması için gereklidir.
Kâmil mürşide gitmekteki asıl hedef işte bu manevi hicrettir. Allah dostuna ancak Yüce Allah’ın dostluğu için gidilir.
Mürşide ilk gidişle her şey çözülmez. Sabırla devam edilmeli, bir daha bir daha gidilmelidir. Vesveseye düşmemeli, akla gelen kötü düşüncelere de önem vermemelidir.
Şeytan, Allah yoluna çıkan kimseye bütün yollardan ve kollardan hücum eder, onu tövbeden vazgeçirmek ister. Bu işin sonunun olmadığını söyler. Parana yazık der. Kendi başına tövbe yaparsın, sen zaten iyi bir adamsın, mürşide ne hacet, otur evinde zikrini yap, memleketinde Müslümanlığını yaşa, bu zahmete ne gerek var, bu devirde evliya bulunur mu, peygamberden başkasına uyulur mu, hem evliya da senin gibi bir insan değil midir? şeklinde bir sürü vesvese verir, olmadık şeyleri akla getirir. Bunların hepsi şeytanın bir oyunudur; Allah rızasını arayan kimseyi yolundan alıkoymak için birer tuzaktır. Aldırış edilmez, önem verilmezse hiç bir zararı olmaz.
Mesele gerçek mürşidi bulmak ve ona gerçekten teslim olmaktır. Bir arif demiştir ki:
“Ey Yüce Rabbim! Senin işin ne güzeldir! Sen bir kulunu sevmek isteyince onu bir dostuna gönderirsin. Dostuna gönderdiklerini de seversin.” 31

Üç Kısım Mürid
Gavs (k.s) bir sohbetlerinde üç kısım mürid olduğunu anlatmıştı.
Birinci kısımda şeyh şeyhdir, şeyhliğini yapar, mürid de müriddir.
İkinci kısımda ne şeyh şeyhtir, ne şeyh müridin şeyhidir, ne de mürid müriddir.
Üçüncü kısımda ise şeyh müride müriddir.
Birinci kısımda şeyhin şeyh, müridin de mürid olması, arada irtibatın olmasındandır. Mürid senede en azından iki üç sefer gidip şeyhini ziyaret eder. Hareketlerini tarikat âdâb ve erkânına uydurur. Şeriata mutabakat üzere olur. Böyle olan kimselere de şeyh şeyhtir ve o da hakikî müriddir.
İkinci kısımda olanlar ise, tövbe ettikten sonra evine döner ve bir daha şeyhle irtibat kurmazlar. Şeyhle irtibatları sadece tarikat almada kalır. Ondan sonra bir daha görüşmezler. Böyle olunca da, ne şeyh onun şeyhi olur ve ne de o, mürid olur. Hâlbuki insanın ayda bir gidip şeyhini ziyaret etmesi lâzımdır. Şayet ayda bir gidemiyorsa altı ayda bir, eğer o da mümkün değilse hiç olmazsa senede bir şeyhinin ziyaretine gitmelidir. Zira bir sene geçtiği halde bir mürid şeyhinin ziyaretine gitmezse, o zaman aradaki nisbet kesilir. Ne şeyh onun şeyhi ve ne de o, şeyhe mürid olur. Artık irtibat kopmuştur.
Üçüncü kısımda olanların ise şeyhi, onların müridleridir. Çünkü şeyh, onların kadrü kıymetlerini bilmezse, merhaba deyip hâl ve keyflerini sormazsa, onlara ikram etmezse düzelmez, hidayete gelmezler. Durum böyle olunca da şeyh onların müridi olmuş olur. 32
İrtibatı Koparmayalım
Mürşidin yanına gidip tövbe etmenin en büyük faydalarından biri de nefsin daha süratli olarak ıslah olmasıdır. Mürşidin nazarı çok tesirlidir. Nefsin ıslah edilmesi daha kolay olur. Müridin muhabbeti artar. İç âlemin terakkisi nazarla çok daha fazla olur. Onun bu imkânı iyi değerlendirmesi gerekir. Mürid, senede en az bir defa mazereti yoksa mürşîdini muhakkak görmelidir.
Seyda hazretleri zamanında bir vekil arkadaş vardı; bir sene hiç gelmemişti Menzil'e... Tam senenin üç yüz altmış üçüncü günü Seyda hazretlerinin yanına geldi. Mübarek şöyle buyurdu:
- Hacı! Eğer sen bugün de gelmeseydin, bizimle senin arandaki bağlar kopuyordu tamamen, hiçbir ilgimiz kalmıyordu!33
Mürşid ziyaretinin Sevabı
Irak'ta salih ve âlim bir aziz vardı. Seyyid Ebü'l-Vefa'yı canı gönülden severdi. Hz. Seyyid'in vefatından sonra, halifesi Ali b. Hey'etî'nin müridi oldu. Bu azizin adına Şeyh Ebü'l-Hasan denildi. Bu zat anlatıyor:
Bir gün Beytullah'ı tavaf ediyordum. Mağribli bir kimse bana, Irak'tan gelecek kafileyi sordu. Iraklı olduğumu söyledim. Tekrar sordu:
"Bu kafilede Tâcü'l-ârifin Ebü'l-Vefa'yı tanıyanınız var mı?"

"Tanırım. Ben onun halifelerinden Şeyh Ali b. Hey'etî denmekle meşhur zatın müridiyim."

"Doğru söylüyorsun."

"Ne bildin?"

"Tâcü'l-ârifin Ebü'l-Vefa'nın rahmet kokusunu duydum."
Ahbaplığa başladık. Meğer Ebü'l-Vefa hazretlerine gönül vermiş. Sohbet ilerleyince bana,
"Sen Ebü'l-Vefa hazretlerinin ziyaretinden birini bana bağışla, ben de sana haclarımdan birini hediye edeyim" dedi. Kabul etmedim. Artırdı, iki hacca çıkardı. Kabul etmedim. Kırk hacca kadar çıkardı ve,
"Ben kırktan fazla hacca gittim. Sen Şeyh Ebü'l-Vefa'ya bir ziyaretinin sevabını ver, ben sana kırk haccımın sevabını vereyim." Ben yine kabul etmedim. Merakımı yenemeyerek sordum:
"Kaç defa haccettin?"

"Kırktan fazla."

"Mağrib diyarından gelmek suretiyle kırktan fazla hacceyledin ha?"

"Evet."
"Kırk değil bin hac sevabı vermiş olsan, Seyyid'imin ziyaretinin birinin sevabını vermem. Zira dervişler arasında böyle bir iş olmaz. Böyle bir alışveriş vukua gelirse şeyhinden rahmeti ebediyen kesilir. Sen Seyyid Ebü'l-Vefa hazretlerini gördün mü ki, onu ziyaret etme sevabını bu kadar çok hacca değişiyorsun?"


"Zâhir gözüyle görmedim ama bâtın gözüyle gördüm. Kutbü'l-ârifin, gavsü'l-vâsılîn idi. Bir gün Mağrib diyarında, denizde gemi ile gidiyorduk. Büyük bir balığın küçük bir balığı yutmak için kovaladığını gördüm. Dikkatle baktım. O küçük balık dönüp büyük balığa,
'Pûsende'deki Tâcü'l-ârifin Ebü'l-Vefa hakkı için bana dokunma!' dediğini duydum. Büyük balık bırakıp gitti. O gün bildim ki bu, büyük bir reîsü'l-evliyadır. Sen de, ziyaret sevabından birini bana vermedin."
Onunla vedalaşıp döndüm. Irak'a geldim, Pûsende'ye eriştim. Tâcü'l-ârifin hazretlerinin halifesi Şeyh Ali b. Hey'etî hazretlerini gördüm. Bana,
"Yâ Ebü'l-Hasan, Mekke'de Mağribli ile aranızda geçeni bana bir anlat. Hac meselesi nedir?" dedi. Olanları anlattım. Bana şöyle buyurdu:
"Eğer Tâcü'l-ârifin hazretlerinin ziyaret sevabını kırk hac sevabı ile değişseydin, şeyhini pek ucuza satmış olurdun. Mağribli'nin maksadı değişmek değil sana ders vermekti. O da biliyordu ki bu iş olmaz. Sadık bir müride yakışan da budur. Zira müride her şey şeyhinin himmeti ile vâki olur."34
Mürşid Ziyaretinde Adaba ve Edebe Dikkat Edilmeli
Her mümin ziyaret için gittiği mürşid-i kâmili, Allah (c.c) ve Rasulunün (s.a.v) bir emaneti olarak görmelidir. Ona karşı yapacağı hürmetin, aslında Allah (c.c) ve Rasulune (s.a.v) yapılan bir hürmet çeşidi olduğuna inanmalıdır.
Herkes kalbindeki Allah ve Peygamber sevgisini, kendisindeki edeb ve hürmet anlayışını, velilere karşı tavrıyla ölçebilir. Çünkü veli yeryüzünde Allahu Teala’nın şahidi ve hâlifesidir. Hz. Resûlullah (s.a.v) Efendimizin varisidir. Bir insan kendi zamanında yaşayan kâmil mürşidlere ve Rabbani âlimlere ne derece hürmet ve edep gösterebiliyorsa, onun Hz. Peygambere karşı yapabileceği hürmet de ancak o kadardır. Bu bir ölçüdür.35
Mürşidin Huzurundaki Edebler
Herkesin terbiye seviyesi edebiyle anlaşılır. Özellikle kalbi Allahu Teala’nın nazar yeri ve manevi kâbe hükmünde olan kâmil mürşidi ziyaret anında edebe çok dikkat etmelidir. Bu şerefli makamda ve yüksek huzurda gerekli edebleri iyi bilmeliyiz. Bunları kısaca açıklıyoruz:
Abdestli Olmak ve Temiz Giyinmek
Kâmil insanı ziyaret ederken, taşıdıkları ilahi şerefe hürmeten abdest almak gereklidir. Mümkünse gusül abdesti almalıdır.
Bir mürşidin eli zaruret anında abdestsiz olarak öpülebilir. Yoksa abdest için imkân ve zaman varken lakayt bir şekilde mürşidin elini öpüp geçmek edebe uygun değildir. İhmale dayanan bütün davranışlar müridi ve talebeyi zarara sokar. Edebi hafife almak kalbi dağıtır, faydayı azaltır, feyzi keser. Hâlbuki muhabbet gevşeklik değil, edep ister. Edep zillet değil, izzettir. Müminleri seven sevilir, onlara hürmet eden hürmet görür, tevazu gösteren yücelir, hizmet eden şereflenir.
Mürşidin huzuruna temiz bir kıyafetle çıkmalıdır. Kirli, paslı, yırtık, dağınık bir kıyafet ile mürşid huzuruna çıkmak edebe uygun değildir. Giyilen elbise eski olabilir, fakat kirli ve pis kokulu olmamalıdır. Sofi sadeliği sevmeli, içini de dışı gibi temiz, sade ve düzenli yapmalıdır. Dışı temiz, içi kirli olmak ikiyüzlülüktür ki, mürşidlerin gönlü en fazla bu durumdan rahatsız olur.
Ayağa Kalkmak ve El Öpmek
Kâmil mürşid, her yönden hürmet ve saygıya layıktır. Çünkü o takvaya ulaşmış bir Allah dostudur ve edep yolunda bir imamdır. Ayrıca müridin terbiyesini üstlenmiş manevi bir babadır. O aynı zamanda helali haramı öğreten bir âlimdir. Gece gündüz Allahu Teâlâ’ya ihlasla kulluk eden salih bir insandır. Allah sevgisinde kaybolmuş bir Hakk adamıdır. Resûlullah (s.a.v) Efendimizin varisidir.
Mürşid içeri girince veya yanımıza gelince ayağa kalkılır. Elini öpmek için durum uygunsa bir izdiham yapmadan edeple yanına yaklaşılır. Oturuyorsa diz çökerek, ayakta ise hafifçe boyun bükerek eli nezaket ve sükûnetle bir defa öpülür. Kendisine sırt dönmeden geri geri giderek huzurdan çıkılır.
Kâmil mürşidin derdi müridlerine el öptürmek değil edep öğretmektir. Eğer insandaki kibri ve benliği yok etmek için edepten daha güzel bir şey olsaydı, mürşidler muhakkak onu tercih ederlerdi.
Sükûnet ve Tevazu
Kâmil mürşidi ziyaret anında gereken en önemli edeplerden birisi de, sükûnet, sessizlik ve kalp uyanıklığıdır. Mürşidin bulunduğu meclise giren kimse, onun nazarları altına girmiş durumdadır. Bundan sonra var gücüyle edebe sarılıp mürşidin kalbindeki nur ve muhabbete yönelmelidir.
Mürşidin huzurundaki bu mühim edepleri, Seyyid İbrahim Fasih (k.s), şöyle açıklamaktadır:
“İlahi feyzin gelişi, mürşidin huzurundaki edepleri korumaya bağlıdır. Bu edepler zahiri ve batıni olmak üzere iki kısımdır.
Zahiri edep, müridin vücut azaları ile koruyacağı edeplerdir. Bu edepler şunlardır:
Mürid, mürşidinin huzurunda otururken devamlı onun yüzüne bakmamalıdır. Boynunu bükerek oturmalı, tıpkı sultandan kaçan ve daha sonra yakalanıp huzura getirilen bir kölenin teslim olup ve boyun büktüğü gibi bulunmalıdır. O huzurda daima, huzur, saygı ve hürmet içinde olmaya çalışmalıdır.
Mürid, mürşidin izni olmadan oturmamalı, müsaade edilmeden konuşmaya, kendiliğinden soru sormaya başlamamalıdır. Ancak hatme sırasında içeri giren kimse izin almadan oturur.
Mürşidin huzurunda başkalarına iltifat etmemeli, konuşmayı gerektirecek bir zaruret yokken yanındakilerle konuşmaya, hâl-hatır sormaya yönelmemelidir. Mürşidin yanındaki kimseler, ileri seviyedeki kimseler olsa bile, rağbetini sadece mürşide yöneltmelidir.
Mürid mürşide yapılacak bütün hürmet ve saygının aslında Allahu Teâlâ için yapılmış bir sevgi ve tazim olduğunu bilmelidir.
Mürid, mürşidin huzurunda sessiz ve sakin olarak oturmalı, gözlerini kapamalı, feyiz elde edebilmek için kalben Allah’a yalvarmalıdır. Bu esnada istediği feyzin kendisine gelmesi için bir merkez konumunda olan mürşidinin kalbine yönelmelidir.
Mürşidin huzurunda bulunurken dikkat edilecek batınî edeplerin en önemlileri şunlardır:
Mürid, mürşidinin huzurunda bulunurken kalp uyanıklığına çok dikkat etmelidir. Kalbinde yersiz düşünceler ve vesveseler olmamalı, gelirse onlara iltifat etmemelidir. Mürşidini imtihan etme, içinden ona karşı gelme ve itiraz etme gibi düşünceler taşımamalıdır. Bunlar onun mürşidin kalbinden ve gözünden düşmesine sebep olur. Böylece mürşidin teveccüh ve sevgisinden mahrum kalır. Allah’ın (c.c) veli kullarının nefretini çekecek şeylerden şiddetle sakınmalıdır. Allahu Teâlâ’nın nazar mahalli olan bir gönülden düşmek, gökyüzünden yere düşmekten daha tehlikelidir, denmiştir.
Mürid huzurda kalbini toplayarak feyiz talep etmeli, kalbini mürşidinin kalbine bağlayarak onun yüksek teveccüh ve iltifatını beklemelidir. Güneşin her tarafı kapladığı gibi, mürşidin feyzinin de herkesi içine alacağını bilmelidir.
Mürşid, kendisinden feyiz talep edilmesini bekler. Mürid kendi eksikliğinden dolay mürşidinden bizzat feyiz alamasa da, güzel zannını bozmamalı, itikadını güzel tutmalı, kusurun kendinden kaynaklandığını bilmeli ve sabırla beklemelidir. Bu kadarı bile yeterlidir.
Mürid, mürşidinin başkalarıyla meşgul olmasına bakarak “o şu anda benden habersizdir, benimle ilgilenmiyor, bu durumda ben kendisinden nasıl istifade ederim ve feyiz alabilirim” diye düşünmemelidir. Çünkü1 mürşidin zahirde insanlar ile meşgul olması onu Hak’tan uzaklaştırmadığı gibi, aynı anda kalbiyle müridleriyle ilgilenmesine de mani değildir. Kâmil mürşidin ilahi tecellilere ayna olan kalbi yeri ve göğü aynı anda seyredecek bir genişliğe sahiptir. 36
Kalbiyle Mürşide Yönelmek
Mürid, kendisini ölümcül bir hastalığa yakalanmış kabul etmeli ve ilacının mürşidinde olduğunu bilmelidir. Öyle olunca bütün kalp ve ümidiyle yönelmesi gereken tek makam mürşidi olacaktır. Çünkü takdir edilen şifa müride onun vasıtasıyla gelecektir. Gönlünü bir noktada toplayamayan kimse gerçek manada hiçbir mürşidden istifade edemez.
Büyük veli İmam Sühreverdi (k.s), mürşid huzurundaki en kazançlı işi şöyle tarif ediyor: “Mürid, mürşidinin huzurunda ona nazar ederek ondaki nûraniyet içinde kaybolmaya çalışmalı ve Cenab-ı Hakk’ın ona ikram ettiği ilahi ihsanlara gönlünü açmalıdır. Bu onun için her şeyden daha kazançlıdır.” 37
Şu ayet-i kerimeler, her mümine, âlim ve salihlerin meclisinde nasıl hareket edeceklerini öğretmektedir:
“Ey iman edenler!(Sözünüz ve işinizle) Allah ve Resûlünün önüne geçmeyin. (Size verilen emrin ve öğretilen edebin dışına taşmayın). Allahtan korkun. O, her şeyi işiten ve bilendir.”38
“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Onu, birbirinizi çağırır gibi çağırmayın; yoksa hiç haberiniz olmadan hayır amelleriniz boşa gider. Şayet onlar, sen yanlarına çıkana kadar sabretselerdi, kendileri için daha hayırlı olurdu.” 39
Arifler bu ayetlerden müridin dikkat edeceği pek çok edep ortaya çıkarmışlardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Mürid, mürşidi konuşurken ve yürürken izinsiz veya emirsiz önüne geçmemelidir.
Mürid, mürşidinden izinsiz veya işaretsiz söze başlamamalı, mürşidinin tavrına dikkat etmeli, onu konuşmaya zorlamamalıdır.
Mürid, dini ve dünyası ile ilgili ciddi bir iş yaparken mürşidine danışmalıdır. Mürşidle bir konuyu istişare ettikten sonra onun açıkça yapılmasını istediği şeyleri yerine getirmelidir. Çok soru sormanın çok yük getireceğini unutmamalıdır.
Mürşide gerekli gereksiz sık sık soru sormak sakıncalıdır. Verilecek her cevap müridin istediği gibi olmayabilir. Bu durumda soru sorup da aksine gitme ve yanlış yapma tehlikesine girmemelidir. Çok soru sormak her zaman güzel sonuç vermez. Her sorunun bir cevap hakkı olduğu gibi, her cevabın da gereğini yapma görevi vardır. Mürşidine danıştıktan sonra onun verdiği emrin tersine gidenlerin yüzü gülmemiştir. Şu hadis-i şerifin uyarısına dikkat edilmelidir:
“Ben sizi terk ettiğim (size bir şey söylemediğim) müddetçe beni kendi hâlime bırakınız. Size bir şey söylediğim zaman da onu yapınız. Sizden öncekiler ancak peygamberlerine çokça soru sorup verilen cevaba ters hareket etmeleri sebebiyle helak oldular.” 40
Mürşidle konuşurken onun duyacağı kadar alçak bir sesle, hürmet ifade eden güzel kelimelerle az ve öz konuşmalıdır.
Mürşide ismi ile değil, güzel bir sıfatı veya meşhur olduğu lakabı ile hitap etmelidir. Efendim, Kurbanım, Gavsım, Seydam, gibi...
Ziyaret veya istişare için en uygun vakit seçilmelidir. Mürşidin ziyaret ve istişare için belirlediği vakitlere dikkat etmelidir. Belirlenen vaktin haricinde kapısına yığılmaktan ve sık sık içeri haber göndermekten çekinmelidir.
Mürid, kendisine zuhur eden manevî halleri muhakkak mürşidine arz etmelidir. Büyükler: “Hâlini mürşidinden gizleyen kimse ona ihanet etmiş olur.” demişlerdir. Bundan daha tehlikelisi, mürşidinden başkasına hâlini anlatıp ondan medet ummaktır. Şunu bilmek gerekir: Manevî terbiyede müride kendi mürşidinden başka kimseden fayda olmaz, hatta zarar olur.
Vesveseye Önem Vermemek
Bir mürşidi ziyarete giden insan esasında Cenab-ı Hakk’ın rızasına yönelmiştir. Elini mürşide veren mürid, gönlünü Yüce Rabbine vermek istemektedir. Günahlarından pişman olarak mürşidini şahit tutup Allahu Teâlâ’ya yaptığı tövbe ise şeytan ve nefsin tasallutundan kurtulup sırf Yüce Mevla’ya kulluğa söz vermektir. İşte bu güzel niyet ve yöneliş, şeytanı harekete geçirmektedir. Aslında şeytanın yaptığı ve yapacağı tek iş, kalbe vesvese vermektir. Şeytan bu vesvese ile nefse kötü şeyleri güzelleştirir, hayırlı amelleri zor gösterir.
Kendi Nefsiyle Meşgul Olmak
Şeytan müridi hak yolundan caydırmak ve kalbini kaydırmak için kâmil mürşidin zahirine baktırır, kendi nefsi ve hâliyle kıyas yaptırır ve peşinden de: “O da senin gibi bir insan, seni Allah’a o mu ulaştıracak?” şeklinde bir sürü vesvese verir. Bu tür düşünceler gerçek ilim ve irfanla aydınlanmayan gafil nefsin boş kuruntularıdır.

Kâmil Mürşidi Bulduğuna Sevinmek
Mürid, kâmil bir mürşid bulduğuna her şeyden çok sevinmelidir. İnsana dünya ve ahirette faydası olacak bir dostun nasip olması Allahu Teâlâ’nın en büyük nimetlerinden birisidir. Allah için sevginin sonu Allah’ın rızasıdır. Ahirette, Allah için birbirini seven muttakilerin dışında herkes dünyada nefsi için dost ettiği kimselere düşman olur.

Mürşidden Keramet Beklememek
Bazı müridler, mürşidden keramet beklerler ve onun kâmil bir veli olduğunu ancak bu yolla anlayacaklarını düşünürler. Bu yanlış bir beklentidir. Keramet beklentisi daha çok aklı ve iradesi zayıf insanların işidir. Teslim ve tabi olmak için keramet şart değildir. Mürşidde görülen takva, istikamet, edep ve ilahi cezbe, aklı olanı cezbetmeye yeterlidir.
Mürşidden Bir Misafir Gibi İltifat Beklememek
Mürşide gidenlerin bir beklentisi de özel iltifat görmek, mürşidle sohbet ve muhabbet etmek, hususi meclisine girmek ve nazarları altında bol bol feyiz almak düşüncesidir. Bu arzu güzeldir, ancak iş müridin düşündüğü ve beklediği gibi olmayabilir.
Her iltifat hayra alamet değildir. Bir kere, kâmil velinin gerçek iltifatına mazhar olmak ve bu iltifatın hakkını korumak kolay değildir. Bu yolda hiç terlemeden, yolun zahmetini çekmeden, dost için gözyaşı dökmeden karşılık beklemek hak değildir. Arifler, “Çilesiz sevgi tatlı olmaz” demişlerdir.
Zâhire Değil, Gönle Bakmak
Bazen zayıf bir müridin ayağı ve kalbi kaymasın diye kendisine mürşid tarafından güzel muamele edilir; hâlbuki diğer müridler ondan daha sevimlidir. Bu, mürşidin şefkatinden ve ince siyasetinden kaynaklanmaktadır.
Mürşid-i Kâmilin Gönlüne Girme Yolu
Mürşidin gönlüne girmenin ve kimseyle sıkışmadan onu ziyaret etmenin en güzel yolu, kalp yoludur. Mürşid güneş gibidir; Allahu Teâlâ’nın kendisine ikram ettiği nur, sevgi, feyiz ve rahmetle herkese yönelmiş durumdadır. Artık o ışıktan nasibini almak müride kalmaktadır. Bunun için mürid kalbini açmalı ve hasretle mürşidden gelecek ilahi nasibini beklemelidir. 41

Kalp Huzuruyla Az Ziyaret Etmek
Şah-ı Nakşibend Hazretleri, kalp huzuru hakkında şunları anlatmıştı:
- Şeyh Ebu Said Hazretleri, 'kalp huzuruyla az ziyaret etmek, huzursuz olarak yapılan çok ziyaretten daha iyidir' buyururdu. Nitekim Rasulullah Efendimiz de (s.a.v) Ebu Hureyre'ye (r.a), 'Az ziyaret et ki, muhabbetin artsın'42 buyurmuştu.
Bunun üzerine Ebu Hureyre (r.a), Peygamber Efendimize (s.a.v) olan büyük muhabbetlerine ve onu daha fazla ziyaret etme gücüne sahip olmasına rağmen; ona itaat etmek daha hayırlı olduğundan, peygamberimizi eskisine nazaran daha az ziyaret etmeye başlamıştı. Ona bu ayrılığı, Efendimiz (s.a.v) emretmişti. Zira bu onun muhabbetini artırıyordu.43
Mürşid Ziyaretinden Dönüş Adabı
Bir mürid, mürşidini ziyarete gittiği zaman ondan izin almadan yanından ayrılmamalıdır. Gelmek irade ile fakat gitmek müsaade iledir. Bir arkadaş ve dostunu ziyarete gidince de bu edebe dikkat etmelidir. Bu konuda Resûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Sizden biriniz, kardeşini ziyaret edip yanında oturduğu zaman, ondan izin almadan kalkıp gitmesin.”44
Vakti müsait olup, tekkede uzun süre kalmaya niyetli olan kimseler kalmak için izin almalıdır.
Yolculuk yapan kimse konakladığı ve mola verdiği herhangi bir mekândan ayrılırken vakit uygunsa iki rekât namaz kılarak ayrılmalıdır. Bu namaz sünnettir. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, konaklamak için inmiş olduğu her yerden iki rekât namaz kılarak ayrılırdı.”45
Bu edebe Mekke-i Mükerreme’den ve Medine-i Münevvere’den ayrılırken de dikkat etmelidir.
Yoldan gelen kimsenin sıhhat ve afiyet içinde dönüş hakkı ve bir şükür olarak kardeşlerine bir şeyler ikram etmesi, dostlarına ziyafet çekmesi müstehaptır. Resûlullah (s.a.v), Efendimiz Medine’ye geldiklerinde bir deve kurban etmiştir.46
Resûlullah (s.a.v) yoldan geceleyin dönmeyi yasaklamış 47 ve:
“Sizden biriniz, seferden döndüğünde haber vermeden, aniden ailesinin yanına gece girmesin.” 48 buyurmuştur.
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, bir yol dönüşünde ailesinin yanına geceleyin (geç vakit) gelmezdi. Gelişini ya sabaha ya da akşamdan önceye rast getirirdi.49 Seferden genelde kuşluk vakti dönerdi.50 Önce mescide uğrayıp iki rekât namaz kılar, biraz oturur, sonra hane-i saadetine teşrif ederdi.51
Şartlarımız uygun olduğu sürece bu edeplere dikkat etmeliyiz. Bunda büyük bir fazilet ve sünneti ihya sevabı vardır. Ancak, kafilenin ve yolun durumuna göre, gece gündüz dönüş ve iniş saatleri değişebilir.
Mukaddes yerleri ve kâmil velileri ziyaretten maksat Allahu Teâlâ’ya yaklaşmaktır.
Mürid, mürşidini ziyaret edip dönerken niyetini, kalbini, durumunu gözden geçirmelidir. Nasıl bir vaziyette gelip hangi hâlde geri döndüğünü düşünmelidir. Kazancının ne olduğuna bakmalıdır. Samimi olarak ziyaretinin tekrarını istemelidir. Ziyaretten sonra yönü memlekete dönse bile, gönlü mürşidinde ve onda gördüğü güzel hâllerde kalmalıdır. Onu kendisine örnek alıp, biraz daha iyi ve samimi kulluk yapmaya niyetlenmelidir. Mürşidi ile bağını kuvvetlendirecek amellere sarılmalıdır. Onunla arasındaki güzel hukuku geliştirecek hizmetleri aramalıdır. Muhabbetini artıracak edepleri öğrenmeli, mürşidini sevindirecek vazifeleri üstlenmelidir. Döndüğü yerlerde, mürşidinin sadece adını değil, ondaki yüksek ahlakı bir derece olsun yaşayarak yaymaya çalışmalıdır.
Şu gerçek unutulmamalıdır: Hakiki mürid, milletin içinde mürşidi ile övünen kimse değildir. Asıl mürid, mürşidinin kendisiyle Allah’ın (c.c) huzurunda övündüğü ve sevindiği kimsedir. 52

Gavs-ı Bilvânisî Hz.nin Zorlu Mürşid Ziyareti
Gavs-ı Bilvânisî hazretleri, Bitlis yakınlarında Kasrik'te yaşarken yılda iki üç defa mürşidine gidiyordu. Mürşidi Şah-ı Hazne (k.s.) ise Suriye'de buluyordu. O zamanki şartlarda şimdiki gibi vasıta yok. Otomobil, kamyon, taksi bir şey yok. İlk zamanlarda mübareğin hayvanı bile yoktu. Yürüyerek gidip geldi.
Hatta bir defasında Şeyh Said isyanı çıkmış, jandarmalar bölgede kuş uçurtmuyordu. O zaman nüfus cüzdanı da yok. Bu yüzden gündüz de yol alamıyor. Gece yaya olarak gidiyor. Yedi, sekiz gecede ancak hududa varıyor bu şekilde. Her gidişinde de mürşidinin yanında iki üç ay kalıyor.
Oraya varınca üzerindeki ilmiye sınıfını temsil eden giysilerini çıkarıyordu. O halde dergâha varıyordu. Aynen sofiler gibi oluyordu. "Ben âlimim" demiyordu. Hizmetlere koşuyordu. Dergâha her gidişinde sırtında küfelerle ahırların içerisindeki tezek haline gelmiş gübreleri dışarıya çekiyor, boşaltıyor, ahırı tertemiz yapıyordu.
Namaz zamanı da hemen camiye koşuyordu. Onu da kaçırmıyordu. "Ben burada hizmet yapıyorum" diye namazı dışarıda tek başına kılmıyordu. Bizim mazeretimiz yokken bile namazı tek başımıza kılıyoruz. Ama o, mazereti varken yine cemaati kaçırmıyordu. Namazını cemaatle kılıyor, hatmesini de zikrini de yapıyordu.
Gavs-ı Bilvânisi hazretleri bütün hizmetlerini yaparken aynı zamanda camide fahri olarak görev yapıyordu. Kimseden, devletten maaş almıyordu. Talebe okutuyordu. Kur'an ilimlerini tedris ediyordu. Arapça öğretiyor, boş durmuyordu. Gündüz bu işlerle meşgul oluyordu. Gece de gece namazına kalkıyor, ibadetini yapıyor, tesbihini çekiyordu. Gece de boş durmuyordu. Peki, ne zaman istirahat ediyordu bu insanlar?
Gavs- Bilvânisi hazretleri, bir defasında camide imiş. Mürşidinin yanına gitme zamanı gelmiş. Ancak bir türlü gitme imkânı bulamamış. Gidecek ama evde hiç yiyecek içecekleri de kalmamış. Esasen onlar yolculuğa çıkarken çeşit çeşit azıklar da aramıyorlardı. Evde un olsa onlara kâfi geliyordu.
Fahri imam olduğu için Allah Teâlâ ne gönderirse ona razı oluyordu. Annemiz de zaten öyle; mübarek bir insan... Ne halinden şikâyet ediyor ne de sızlanıp duruyor!
İşte o günlerde bir zat Gavs-ı Bilvânisî hazretlerinin (k.s) yanına geliyor. "Allah rızası için" diyor ve cebine 20 lira para koyuyor. O zaman 20 lira çok para. Mübarek, onun 10 lirasıyla bir çuval buğday alıyor; sırtında onu değirmene götürüyor. Kimseye de minnet etmiyor. Değirmende buğdayı öğütüyor, evine getiriyor. Annemize de diyor ki, benden başka bir isteğin kaldı mı? O da hayır diyor. O vakit,
- Peki, öyleyse diyor. Bana izin ver, Şah-i Hazne'ye gideyim.
Böylelikle Suriye'ye Hazne'ye gidiyor. Yanına da 10 lirasını alıyor. O günlerde şeker çok pahalı. Medresede talebeler kullansın, diye üzerindeki 5 lira ile de şeker alıyor.
Şah-ı Hazne (k.s), Seyyid Abdülhakim'in (k.s) koltuğunun altında bir şey olduğunu görünce soruyor:
- Şeyh Abdülhakim, nedir o koltuğundaki? Şah-ı Hazne'nin hitap şekli böyle idi ona...
- Kurban, talebeler için şeker almıştım, diye cevap veriyor. Şah-ı Hazne (k.s) diyor ki:
- Şeyh Abdülhakim! Neden kalan 5 lira ile de şeker almadın? Kazancın iki kat daha fazla olacaktı.
İşte Seyyid Abdülhakim Bilvânisî (k.s) hazretleri bu şartlarda mürşidinin yanında hizmet etmiş, hem kendisine hem de etrafına faydalı olmuştur. Şimdi onlar sayesinde bu manevi irfan sofrası bizim önümüze getirilip serilmiştir.53

1 Tevbe Suresi ayet-119

2 Alusî, Ruhu’l-Meânî, Cilt:VI, Cüz: XI, 56

3 Buhari, Edeb, 96; Müslim, Birr, 50; Ebu Davud, Edeb,.113

4 Ali el-Muttaki, Kenzu’l-Ummal, IX, 21; Hatib, Tarih, V, 196

5 Sühreverdi, Gerçek Tasavvuf, 554

6 S.M.Saki Erol, Arifler Yolunun Edepleri, sf.133.

7 Şarânî, el-Envâr, 1/182.

8 İmam Rabbani. Mektûbât, 142. Mektup.

9 Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, sf.297.

10 Eşref-i Rûmî, Müzekki'n- Nüfus, 524. Bkz; Mevlânâ,Dîvân-ı Kebîr. (Trc. Abdülbâki Gölpınarlı), İst,. 7/608, 609; Mustafa Usta, Divan-ı Kebîr'de Mevlânâ'nın Eğitim Görüşü, 130, Bu beytin manasındaki bir açıklama için bk. Şa'ranî, el-Envâru'l-Kudsiyye 2/6.

11 İmam-ı Rabbanî, Mektûbat, 1/209. Mek.

12 Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, sf.255. Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, sf.255.

13 Ahmet Çağıl, Yar ile Şimdi, sf.193

14 İbnu Mubarek, Kitabu’z-Zühd, No: 217-218; İbnu Ebi’d- Dünya, Kitabu’l- Evliya,48; İbnu Mace, Zühd, No:4119;Ebu Nuaym, Hilye, I,6

15 İmam Rabbani, Mektubat, II, 405. Mektub

16 Hakim Tirmizi, Nevadiru’l-Usûl, I, 303; Münavi, Feyzü’l-Kadir, III, 467

17 Sühreverdi, Gerçek Tasavvuf, 151-152

18 Buhârî, Rikak,38;İbnu Mâce, Fiten,16;İbnu Ebi-d Dünya, Kitabu’l-Evliya, No:1; Beğavî, Şerhu’s-Sünne, I, 142

19 S. M. Saki Erol, Arifler Yolunun Edepleri, sf.135.

20 Tirmizi, 16, (No:3127); Tabarani, el-Kebir, No: 7496

21 İbnu Abdi’l-Berr, Camiu Beyanil-İlim, I, 106

22 Ebu Yala, Müsned, No: 2437; Suyuti, el Camiu’s Sağır, No: 3995

23 S.M.Saki Erol, Arifler Yolunun Edepleri, sf.138.

24 Ahmet Çağıl, Yar ile Şimdi, sf.185.

25 Buhari, Zebiha, 31; Müslim, Birr, 146; Ebu Davud, Edeb, 16

26 S.M.Saki Erol, Arifler Yolunun Edepleri, sf.140.

27 Buhari, İman, 4, 5; Ebu Davud, Cihad, 2, Nesai, İman, 8, 9, 11; Darimi, Rikak, 4, 8.

28 Tirmizi, Fezailu’l-Cihad, 2; Beyhaki , Şuabu’l- İman, No: 11123

29 Beyhaki, ez-Zühdü’l-Kebir, No: 373 Hatib, Tarih-i Bağdat, III, 523-24.

30 Beyhaki, Kitabü’z-Zühd, No: 343; Zehebi, Mizanul-itidal, III, 625 (no. 7857; Gazali, İhya III, 10

31 S.M.Saki Erol, Arifler Yolunun Edepleri, sf.141.

32 S. Abdulhakim Bilvanisi (k.s.a.), Sohbetler, 40.Sohbet.

33 Ahmet Çağıl, Yar ile Şimdi, sf.190.

34 Mehmet Ildırar, Görünmeyen Düşmanımız, sf.118.

35 S. M. Saki Erol, Arifler Yolunun Edepleri, sf.133.

36 İbrahim Fasih, Halidiyye Risalesi, 18-22

37 Sühreverdi, Gerçek Tasavvuf, 531

38 Hucurat suresi ayet-1

39 Hucurat suresi ayet-2, 5

40 Buhari, İtisam, 2; Müslim, Hacc, 411; Tirmizi, İlim, 17; Nesai, Hacc, 1; İbnu Mace, Mukaddime, 1.

41 S.M.Saki Erol, Arifler Yolunun Edepleri, sf.146.

42 el-Haklm, el-Müstedrek, lll, 347; Ebu Nuaym, Hilye III, 322; Heysemi, M. Zevâid, VIII, 175; el-Münziri, Terğîb, III, 344 (H.no: 3798)

43 Şah-ı Nakşibend (k.s.a) Hayatı, Semerkand Yayınları

44 Deylemi, Müsnedü’l-Firdevs,I,372.(No:1205);Münavi,Feyzü’l-Kadir,I,366.(Had. No:655.)

45 Münavi, Feyzü’l-Kadir, V, l9l (Had. No: 6923)

46 Ebu Davud, Et’ime, 4

47 Buhari, Nikah, l20; Müslim, İmare, l82-l83; Tirmizi, İstizan, l9.

48 Müslim, Umre, 56; Buhari, Umre, l6; Darimi, İsti’zan, 3

49 Buhari, Umre, 15; Müslim, Umre, 180

50 Müslim, İmare, 56. (Aynı manada farklı rivayetler)

51 Buhari, Cihad, 198; Müslim, Tevbe, 53.

52 S.M.Saki Erol, Arifler Yolunun Edepleri, sf.172.

53 Ahmet Çağıl, Yar ile Şimdi, sf.255.

Download 132 Kb.

Do'stlaringiz bilan baham:




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©www.hozir.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling

kiriting | ro'yxatdan o'tish
    Bosh sahifa
юртда тантана
Боғда битган
Бугун юртда
Эшитганлар жилманглар
Эшитмадим деманглар
битган бодомлар
Yangiariq tumani
qitish marakazi
Raqamli texnologiyalar
ilishida muhokamadan
tasdiqqa tavsiya
tavsiya etilgan
iqtisodiyot kafedrasi
steiermarkischen landesregierung
asarlaringizni yuboring
o'zingizning asarlaringizni
Iltimos faqat
faqat o'zingizning
steierm rkischen
landesregierung fachabteilung
rkischen landesregierung
hamshira loyihasi
loyihasi mavsum
faolyatining oqibatlari
asosiy adabiyotlar
fakulteti ahborot
ahborot havfsizligi
havfsizligi kafedrasi
fanidan bo’yicha
fakulteti iqtisodiyot
boshqaruv fakulteti
chiqarishda boshqaruv
ishlab chiqarishda
iqtisodiyot fakultet
multiservis tarmoqlari
fanidan asosiy
Uzbek fanidan
mavzulari potok
asosidagi multiservis
'aliyyil a'ziym
billahil 'aliyyil
illaa billahil
quvvata illaa
falah' deganida
Kompyuter savodxonligi
bo’yicha mustaqil
'alal falah'
Hayya 'alal
'alas soloh
Hayya 'alas
mavsum boyicha


yuklab olish